Kitap Çevirmeninin Erteleme Güncesi: Ertelesek De Mi Çevirsek, Ertelemesek De Mi Çevirsek?

Kitap çevirileri yapanlar bilir, yapmayanlarsa tahmin edebilir, kitap çevirisi bir çevirmen için kocaman bir dağ, harika bir heyecan, ağır bir onur, titizlikle dokunulacak bir bebektir.

Ama tüm bunlara rağmen özellikle kitap çevirileri “erteleme” hastalığımızın en çok nüksettiği alan oluverir. Peki ya yukarıda bahsetmiş olduğum tüm o hisleri, onuru, duygusallığı ve heyecanı yaşamamıza rağmen kitaba başlamayı neden erteler de dururuz?

Öncelikle kitap çevirileri yapmamış olan arkadaşlarımız için baştan alalım derim;

Kitap anlaşması için uygun görüldüğünüz yayın evi tarafından aranırsınız veya size bir e-posta gönderirler. Erteleme daha o anda başlar. E-postanın ekine konmuş PDF halini açmadan gider kendinize şöyle en sevdiğinizden bir kahve veya çay koyarsınız, yüzünüzde Noel arifesi sabahı uyanmış bir çocuk gibi kocaman bir gülümsemeyle bilgisayarınızın başına kurulursunuz ve eki açarsınız. Elbette bütün kitabı o anda okumazsınız. Önce yazarına ve kitabın başlığına bir göz attıktan sonra ( ki burada bahsim genellikle ülkemizde çok tanınmayan yabancı yazarların kitapları için geçerlidir, elbette dünya klasiklerinden veya çok bilinen yazar ve kitaplardan söz etmiyorum) hemen interneti açar, yazar ve kitap hakkında yazılmış yayınları, eleştirileri ve tanıtımlarını okur, kitap hakkında bilgi edinmeye çalışırsınız. Kitabınız (o artık sizin kitabınız olmuştur!) hakkında olumsuz eleştirileri okuduğunuzda hemen aklınızda şu soru beliriverir “acaba bu kitap Türkiye’de nasıl tutar?” sorunuzun hemen ardından “acaba bundan ne kadar para kazanırım?” diye sormaya başlar ve tekrar PDF’i açıp sayfa sayısını, sayfa başı karakter sayısını hesaplar ve bunu sözleşmenizin süresine bölersiniz. Bilenler bilir, yayın evleri genellikle iki şekilde çalışırlar, birincisi en büyük yayın evlerinin çalışma şekli olan yüzdelik teliftir ve hesabı da basım adeti ile çarpılan KDV’siz satış fiyatının yaklaşık %7.%8’den oluşur ve her yeni basımda da bu ücreti yeniden alırsınız (bazı yayın evlerinde bu oran her basımda düşmektedir). Bir diğer çalışma şeklinde ise, yayın evi tek seferlik sayfa başı ücret belirler ve sonraki basımlardan herhangi bir ücret almazsınız, ancak bu her ne kadar kötü gibi görünse de bu sayfa fiyatlandırması telifli alacağınız tutardan genellikle daha yüksek olduğu için ve bazı “Bu Türkiye’de zaten pek satmaz” diyeceğiniz kitaplar için daha cazip olabilir. Ama konumuzu dağıtmadan gelelim asıl meselemiz olan “Kitaba ne zaman başlarım” anına. İşte bu -kendi adıma- verdiğim en zor cevaptır. Zira daha ondan önce yapılması gereken bir milyon işlem vardır. Alacağımız tutarı hesapladıktan hemen sonra kitabı çevirmeye karar vermişsek sıra geldi motivasyonumuzu toplamaya. Karşımızda yüzlerce sayfalık koca bir dağ bizi bekliyor ve o dağa tırmanışımızda bizi nelerin beklediğini ise henüz bilmiyoruz. Bilmediğimiz terimler, Türkçeye nasıl çevireceğimizi çözemediğimiz saç baş yolduran kültürlere özel deyim ve sözler, belki aralara serpiştirilmiş kafiyeli şiirler, hakkında en ufak bir fikrimizin olmadığı tarihi olay ve kişiler ve daha nice sorunsallar bizi bekliyordur.

Şahsım adına ben, çevireceğim kitabı öncesinden tamamen okumam, bunun iki nedeni var; Birincisi kitabı okurken çevirerek okuyucuyla aynı heyecanı yaşamak istemem ve bu nedenle “spoiler” durumunun verdiği sıkıcılıktan kurtulmak, ikincisi ise belki ileride çok kötü veya çok iyi çıkacak olan bir karaktere karşı sonunu bildiğim için bir ön yargılı tutum içinde olmadan yazabilmek. Ama konumuz bu da değil, konumuz “çeviriye ne zaman başlanacak?” tır. Bunun için çok farklı koşulların yerine gelmesini dileriz, dileriz diyorum çünkü çoğumuz için bu sadece birer motivasyon kaynağıdır; Örneğin, “Başlamadan şu bilgisayarıma temiz bir format mı atsam?” veya hatta “Kampanyada yeni güzel laptoplar varmış, bir göz atsam mı ki acaba? Malum yeni kitap?” tüm bu büyük gereksinimler gerçekleşmeden küçükler yığılmaya başlar; “Şimdi hafta sonu, ben en iyisi ve en temizi Pazartesi başlayayım” cümlelerinin ardından “Önce yemeğimi yiyeyim, çayımı da koyayım mis gibi” cümleleri eklendikçe eklenir. Tüm bu saydıklarımı çevirmenler diğer işlerinde de yapsa da, kitap çevirisi kadar uzun soluklu bir teslim tarihinde bu durum bazen kendimiz için bile katlanılmaz bir hale gelebiliyor, zira artık tüm hesap kitap, tablolarımız, çalışma programlarımız erteleme uğruna özenle yapılmış ve artık kitapla aramızda hiçbir engelleyici etken bulunmamaktadır ve işte o an soğuk suya atlarcasına nihayet asıl görevimize başlarız.

Peki ya “erteleme” (procrastination) nedir?

Buna Kelly, 2007 yılında şu şekilde cevap vermiştir:

“Bir şeyi yapmaktan kaçınmaktır… işe koyulamamaktır… kitap okumaktır… raflarınızın kitapların renklerine ve boyutlarına göre düzenlemektir… Kurşunkaleminizi açmaktır… Doğru kalemi bulmak için yarım saatinizi harcamaktır… Doğru kalemin yazması için on dakika uğraşmaktır… Bir fincan çay demlemektir… Erteleme, bir şeyi yapmanın en zor yolunu keşfetmektir. Bir fikirden bir diğerine, bir diğerine atlamaktır… E-postanızı defalarca kontrol etmektir… Mesaj yazmaktır… Pencereden dışarı bakmaktır… Televizyon izlemektir… Televizyon izlemeyi bir türlü durduramamaktır… Sigara içmektir… Bulaşıkları yıkamaktır… Çalışma masanızı toplamaktır… Bir fincan çay demlemektir… Deprem sırasında neler yapılması gerektiğini planlamaktır… Mobilyalarınızın yerlerini değiştirmektir… Bilgisayar oyunu oynamaktır… Mobilyalarınızı yerleştirdiğiniz hayali bir bilgisayar oyunu oynamaktır… Çorap çekmecenizi düzenlemektir… Erteleme, hülyalara dalmaktır… Bitkilerinize su vermektir… Kuşun kafesini temizlemektir… Sinek kovalamaktır… Kalem çevirmektir… Aynı anda sekiz şey yapıp bir tekini bile tamamlamamaktır… Erteleme, şekerleme yapmaktır. Erteleme sarhoş olmaktır. Kaşınmaktır… Bir fincan çay demlemektir… Burnunuzu karıştırmaktır… Telefonunuzun çalmasını beklemektir… “Kaçınılmaz olan”ı engellemeye çalışmaktır. Erteleme listeler hazırlamaktır. Bir şeyi hangi yolla yapacağınıza karar verememektir… İşleri kendinizi için aşırı karmaşık hale getirmektir… Bir şeyi bitirmekten korkmaktır… Bir şeyi ne zaman ve nasıl tamamlayacağınızı bilememektir…” Procrastination by John Kelly – 2007

Ertelemenin çok da kötü bir olgu, bir davranış biçimi olmadığına inananlardanım, zira Psikeart’ın Mayıs-Haziran 2013 (27. sayı) dergisinin ana konusu olan “Erteleme” makalelerinin arasında kendimi Sayın Kültegin Ügel’in şu sözleriyle ifade etme ve vicdanımı bu konuda rahatlatma imkânını buldum:

“[…] Gün boyu aklından çıkmaz genellikle, her anın içinde “o iş” çöreklenir. Mutlu olduğun anlarda bile karşısına “o iş” çıkar. “Mutlusun ama hâlâ beni yapmadın!” der “o iş”. Ah bir yapsa “o iş”i rahatlayacaktır ama bir türlü başlayamaz. Başlasa bile sürdüremez. Çatışma sürmeye devam eder. Bazı erteleyiciler “son dakika insanıdırlar. İş son dakikada biter. Hep işler son dakikada biter. Aslında o son dakika, zaten işin yapılması için gerekli süredir. […] “Son dakika insanı” olmak işi yapmayan kişi anlamına gelemez. İşi son dakika yapıyorsam, anın hakkını da veriyorum demektir. […]”

Yine aynı derginin Yayın Editörü Sayın M. Emin Önder’in sözlerini de eklersek:

“Erteleme konusunun tartışılmasındaki en büyük etken, ertelemenin akademik başarı üzerindeki etkilerini inceleyen araştırma sonuçlarıdır. Birçok çalışma ertelemenin akademik başarıyı olumsuz olarak etkilediği yönündedir. Chu ve Chai, 2005 yılımda yayınladıkları bir makalede, aktif ve pasif ertelemeden söz ederler. Pasif erteleme ertelemenin geleneksel, bilinen yaşanan halidir. Yani görevi tamamlamak için belirlenen sürede harekete geçmemedir. Aktif erteleme ise bilinçli olarak ertelemeye karar verme ve kısa süre içinde program değişikliği yapabilmedir. Bu tür erteleme çoğu zaman motivasyon artırıcı etkisiyle kişilerin başarılı sonuçlarla karşı karşıya kalmalarını kolaylaştırır. Seul Kadınlar Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, pasif erteleyicilere göre aktif erteleyicilerin akademik anlamda daha başarılı sonuçlar elde ettiklerini göstermiştir. “

Bir kitap çevirmeni olarak benim kendimi rahatlattığım bu cümleler yıllar içerisinde kesinlikle doğruluğunu kendi adıma ispatlamıştır. Dört yüz küsur sayfalık bir romanı üç hafta içerisinde çevirmiş olmam da yine bu “son dakika” motivasyonu esnasında içimden çıkan “çeviri canavarı” ile mümkün olmuştur. Peki ya kitaba ne zaman başlanır? İşte bu her çevirmenin kendine bulacağı motivasyonuna bağlıdır, yani masasını ne zaman toplayacağına, evinin ne zaman yeterince temiz olacağına, müziğinin ne zaman tam olarak ayarlanmış olacağına, bilgisayarının ne zaman istediği gibi temiz ve derli toplu olacağına ve elbette ki ne zaman “aslında işin yapılması için gerekli olan sürenin başlangıcına” ulaştığına bağlıdır.

Şimdi, benim yeni kitap sözleşmem geldi ve müsaadenizle önce kendime bir kahve koyup, biraz kitabı araştırıp, sonra yeni bilgisayar kampanyalarına bir göz atacağım. Yarın da program ve takvimimi hazırlar, iki ay süreyle bu programımı ertelemeye koyulacağım.

Kaynaklar

  • www.youtube.com/watch?v=UXziurFkQxM

Özden Özberber

Yazar

İstanbul Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı öğrenimi görmüştür. Yazılı ve sözlü çevirmenliğin yanı sıra Almanca öğretmenliği yapmaktadır. Goethe, Dorris Dörrie, Dorit Rabinyan, Heinrich Böll, Nele Neuhaus, Eşkol Nevo, Daniel Kehlmann gibi yazarların yapıtlarını dilimize kazandırmıştır.

© ÇeviriBlog adına Senem Kobya. Telif hakkı sahibinin izini olmadan yayınlanamaz, çoğaltılamaz ve basılamaz.

Pin It on Pinterest

Share This